Uzaktan Çalışma Deneyimim — İşverenler ve İş Arkadaşları (1/2)
Fatih Acet’in Twitter üzerinden başlattığı “Uzaktan Çalışma Deneyimi Olanlar, Ulaşın Bana!” çağrısının bir sonucu olarak bu yazıyı blogluyorum.
Konu “Uzaktan Çalışma” olunca, aklımdaki her şeyi bir araya nasıl toparlayacağım hakkında hiçbir fikrim olmamasına rağmen ilk kazmayı ben atmak istedim.
Halen birçok işveren açısından “ütopik”, yazılımcı açısından “sahip olunamayacak kadar güzel bir hayal” gibi duyulan “Uzaktan Çalışma” modelinin sabit bir reçetesi maalesef ki bulunmuyor.
Bu nedenle şirketler kendi kültürleri, olmazsa olmazları, işleri işe alış yordamları ile “lokasyon bağımsız çalışanlar” gibi konseptleri sentezleyerek kendi modellerini oluşturuyorlar. Bu modellerde oluşan bazı gedikler bazen iletişimsizlik ile sonuçlanıyor, bazen ise kişilerin kendi özverileri ile kapatılıyor.
Ben burada önce kendi deneyimlerimi işverenler ve iş arkadaşlarını konunun merkezine alarak kronolojik olarak anlatacak, ardından da kendi çıkarttığım sonuçları paylaşacağım. Yazının devamı olarak da daha kişisel organizasyona yönelik farklı bir perspektiften konuyu değerlendireceğim.
a) Aynı Şehirde Uzaktan Çalışma
2008’in başlarında 15 ay askerlik sonrasında en özlediğim şeyin yazılım geliştirme olduğuna karar verip zaman kaybetmeden iş aramaya başlamıştım. Askere gitmeden önce çalıştığım şirketi (devBiz) Microsoft’un satın almış olması bana hem biraz burukluk hem de yüksek özgüven veriyor, şartlar konusunda elimin güçlü olmasını sağlıyordu. İyi maaş, Senior Developer pozisyonu, Cumartesi-Pazar günleri çalışmama olmazsa olmazlarımdı.
Çalışmaya başladığım şirket mülakat esnasında “Cumartesi” talebime karşılık “45 saatini doldurduğun sürece bizim için hangi günler veya nereden çalıştığın önemli değil” yanıtını vermişti. Bir iş merkezi içerisinde bulunan işyerine saat 8’den sonra fiziksel olarak erişemiyorduk, bu nedenle evden de çalışmalara devam etmek için bu formulü bulmuşlardı. Sonradan takım lideri olup kaldırttığım, “Timeless” isimli bir iş/zaman takip yazılımı kullanılmakta bu şekilde de iş takibini gerçekleştirmektelerdi.
b) Farklı Ülkede Uzaktan Çalışma
Benim gibi 2002’de mezun olmuş her meslek liselinin üniversite kapısında karşılaştığı sorun olan “katsayı problemi”ni yaşamış biri olarak, önüme koyulan önlisans eğitiminin bana yetersiz geldiğini düşünüyordum. Özel bir üniversitede eğitimime devam etme şansı ise 2010’un sonlarında benim için mümkün olmaya başladı. Zaten ofis dışında çalışmalarımla takım liderliğine yükseldiğim firmaya daha da uzaktan, başka bir ülkeden çalışmaya devam edecektim artık.
İletişimi canlı tutmak için tamamiyle yazılı ortama geçiş yapmıştık artık. O gün olmayan Slack yerine konular kendi başlıklarında kalsın amacıyla bir forum kullanıyor, toplantıları Skype üzerinden yürütüyor, şirketin sağladığı iPhone’la anlık pushlanan e-mailler iletişimimizin bel kemiğini oluşturuyordu. Fakat iletişim kalitesi beklentilerimi karşılamıyordu. Yüz yüze rahat iletişim kurduğum, ofis ortamında bir şeyler paylaştığım insanların zamanla attığım mesajları yalnızca savuşturmak adına yanıtlar verdiğini, kurulan cümlelerin tonlarını çok fazla irdelediklerini hissetmeye başladığımda tüm bunlardan “o gün” çıkardığım sonuç sorunun uzaktan çalışmakla ilgili olduğuydu.
c) Müşterilerle Uzaktan Çalışma
5 senelik bir süreye yaklaşacakken uzaktan çalışmakta olduğum firma ile ilişkilerim koptu. Bulunduğum ülkedeki ilişki ağım Türkiye’dekinden daha az olduğu için “Freelance” iş talepleri almaktaydım. Yüksek Lisans’a geçtiğim sene benim için zorunlu bir yoldu bu artık.
Bazen aracı olan bir yüklenici, bazense direkt müşteri ile çalıştım. Buradan çıkarttığım sonuç işin kendisi kadar iletişimin de hassasiyetle yönetilmesi gerektiği, iki tarafın da beklentilerinin “ne kadar detaylı olarak belirlendiği”nin de bu iletişimde kilit rol oynadığı oldu.
Daha önce Hayal kırıklığına uğramamak için sorulması gerekenler başlıklı yazımda tarafların kendilerine sorması gereken soruların biraz kenarından geçmiştim. Konuyu fazla da dağıtmadan ne kastettiğimi açıklamak için beklentiler üzerinden müşteri ile ilişkimizi ele alalım:
- Müşteriniz verdiğiniz hizmetin kapsamını biliyor mu, bunu izah edebildiniz mi? (Sizin hatanız)
- Siz net olarak anlaşmada yapılacak işin kapsamını belirtmenize rağmen müşteriniz bunu okumayarak, ayağı yere basmamaya devam mı ediyor? (Müşterinin hatası)
Siz müşterinize “size talep ettiğiniz doğrultuda doğru içerik sağladığı takdirde Google arama indeksinde yükselmeyi” vaad etmiş olabilirsiniz, müşteriniz bunu anlamaksızın size para vermesinin yegane sebebini “Google’da 1. sırada çıkmak” olarak belirlemiş olabilir.
Zamanla müşterileri kategorize etmeyi ve gerekirse kabul etmemeyi öğrenmek bu tarz bir çalışma modelinde önem arz ediyor.
Yazının devamını Uzaktan Çalışma Deneyimim — Kişisel Organizasyon başlığı ile bulabilirsiniz.